PERİNÇEK v. SWITZERLAND

Judgment Date15 October 2015
ECLIECLI:CE:ECHR:2015:1015JUD002751008
Respondent StateSuiza
Date15 October 2015
Application Number27510/08
CourtGrand Chamber (European Court of Human Rights)
CounselCENGIZ M.
Applied Rules10;10-1;10-2;16;41
Official Gazette Publication[object Object]
<a href="https://international.vlex.com/vid/convenio-europeo-libertades-fundamentales-67895138">ECHR</a>



AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ




BÜYÜK DAİRE





PERİNÇEK-İSVİÇRE DAVASI


(Başvuru No. 27510/08)





KARAR





STRAZBURG




15 Ekim 2015




Bu karar nihaidir, ancak şekli düzeltmelere tabi olabilir.


YARGIÇ NUSSBERGER’İN KISMEN MÜŞTEREK KISMEN KARŞI OY GÖRÜŞÜ 1

1) İfade özgürlüğünün bir parçası olarak tarihe ilişkin tartışmalar 1

2) Çoğunluk yaklaşımına muhalif noktalar 2

3) AİHM’nin Holokostun inkârına ilişkin içtihat hukuku ile işbu dava arasındaki ayrım 2

4) AİHS’nin 10. Maddesinin Usul Yönünden İhlali 4

YARGIÇLAR SPIELMANN, CASADEVALL, BERRO, DE GAETANO, SICILIANOS, SILVIS VE KŪRIS’İN ORTAK KARŞI OY GÖRÜŞÜ 6

I. Başvuranın ifadelerinin değerlendirmesi 6

II. Coğrafi ve tarihi faktörlerin etkisi 7

III. Zaman faktörünün etkisi 8

IV. Oydaşmanın eksikliği 8

V. Bir suçu kabul etmeye ilişkin bir zorunluluğun bulunmaması 9

VI. Tehlikede olan hakların dengelenmesi 9

YARGIÇ SILVIS’İN, YARGIÇLAR CASADEVALL, BERRO VE KŪRIS’İN DE KATILDIĞI İLAVE KARŞI OY GÖRÜŞÜ 11

YARGIÇ NUSSBERGER’İN KISMEN MÜŞTEREK KISMEN KARŞI OY GÖRÜŞÜ

  1. İfade özgürlüğünün bir parçası olarak tarihe ilişkin tartışmalar

Tarihi olaylar hakkında inceleme, değerlendirme yapmak ve yorumda bulunmak, geçmişte neler olduğunun farkında olmak ve gerektiği yerde sorumluluğu üstlenip toplumda barış içinde bir arada yaşamak için ön koşuldur. Sonsuza kadar sabit kalacak tek bir tarihi gerçeklik yoktur. Aksine, yeni araştırmaların yapılması ve yeni belgelerin ve kanıtların keşfedilmesi tartışmasız olduğu düşünülen hususlara yeni bir ışık tutabilir. Bu nedenle, tarihi tartışmak ifade özgürlüğünün önemli bir parçasıdır ve demokratik bir toplumda, özellikle hangi olayların kamuya açık tartışmadaki özgür değerlendirmeden dışlanacağına dair tabular konulması veya karşı çıkılmaması gereken belirli “resmi görüşlerin” oluşturulmasısuretiyle ilke olarak hiçbir zaman kısıtlanamaz.

Yine de, tarihe ilişkin tartışmanın, belli bir gruba yönelik nefretiteşvik etmesi ve münhasıran başkalarının onuruna saldırmak ve onların en derin duygularına zarar vermek amacıyla kullanılması durumunda, sınırlar gerekli olabilir. Pek çok yargı çevresinde bir suç haline getirilmiş olan Holokost’un inkârı bunun en meşhur örneğidir (örneğin, kararın 91. paragrafında belirtildiği haliyle,Almanya, Avusturya ve Belçika’daki mevzuatı kıyaslayınız.). Bu tür önlemler AİHM’nin içtihadında genel olarak kabul edilmiştir (bkz. kararın 209.-212. paragrafları).

Bu evveliyata göre bakıldığında, mevcut davadaki ihlal bulgusu AİHM’nin içtihadının tutarlılığına ilişkin önemli sorular ortaya çıkarmaktadır. Holokost’un inkârına ilişkin cezai yaptırımlar, AİHS ile uyumlu sayılırken, 1915 yılında Türkiye’de Ermenilerin katledilmesinin “soykırım” olarak nitelendirilmesinin inkârına ilişkin cezai yaptırımlar neden ifade özgürlüğünü ihlal etmektedir?

  1. Çoğunluk yaklaşımına muhalif noktalar

Ben bu davada bir ihlal bulma yönünde oy kullandım. Ancak, Holokost’un inkâr edilmesi ve 1915’de Ermeni halkının soykırımının inkâr edilmesi arasındaki hayati soruyu göz önünde bulundurarak, ne Dairenin çoğunluğu tarafından verilen cevabı (Daire kararının 117. paragrafı) ne de Büyük Daire’nin çoğunluğu tarafından verilen cevabı kabul edebildim (kararın 242.-243. paragrafları).

Mevcut davada önemli ölçüde bir ifade özgürlüğü ihlali olduğuna katılmıyorum. Bana göre, hukuki güvenliğin yokluğundan ve bahsi geçen hakların dengelenmesindeki eksiklikten dolayı sadece bir usul ihlali vardır (AİHS’nin 10. maddesindeki usul ihlallerinin örnekleri olarak,Association Ekin-Fransa, no. 39288/98, § 58, ECHR 2001-VIII veLombardi Vallauri-İtalya, no. 39128/05, § 46, 20 Ekim 2009’u karşılaştırınız.). Başvuranın, “tarihsel gerçeklik” olarak değerlendirilenin doğruluğundan şüphe duyma özgürlüğü ile Ermenilerin tarihi kimlik anlayışları ve duygularının korunması arasındaki çatışma, İsviçre mevzuatı tarafından açık ve öngörülebilir bir şekilde çözümlenmiş olmalıydı. Ancak, İsviçre Ceza Kanunu’nun 261bis§4. maddesi bunu gerçekleştirememektedir. İsviçre makamları da bu eksikliği telafi edememiştir.

  1. AİHM’nin Holokostun inkârına ilişkin içtihat hukuku ile işbu dava arasındaki ayrım

Daire ve Büyük Daire işbu davayı Holokost inkârını içeren davalardan ayırt etmek için farklı görüşlere dayanmıştır. Daire, Türkiye’de 1915 yılı ve sonrasında meydana gelen olayların Ermeni halkının “soykırıma” uğratıldığı şeklinde nitelendirilmesine ilişkin “genel oydaşmanın” varlığına yönelik şüphelerini dile getirmiştir. Bu temelde, Daire, başvuranın konuşmalarına yönelik getirilen cezai yaptırımlar ile Holoskost ile ilgili suçların inkârına ilişkin davalar arasında bir ayrım yapmıştır (bkz. Daire kararının 117. pargrafı). Daire tarihi olayları değerlendirmenin kendi görevi olmadığını belirtmesine rağmen (bkz. Daire kararının 99. paragrafı), muhakemesi, 1915 yılında Türkiye’de ve Nazi rejimi sırasında Almanya’da neler olduğuna dair farklı bir derecede kesinlik varsayımına dayanmış gözükmektedir. Bu yaklaşım, tarihsel gerçekler hakkında bilginin doğruluğunun değerlendirilmesi olarak [yanlış] anlaşılabilir.

Büyük Daire’nin çoğunluğu kendilerini bu yaklaşımdan uzak tutmakta ve “[Holokost’un inkârının] suç olarak düzenlenmesinin gerekçesinin, bunun açıkça kanıtlanmış bir gerçek olmasına pek o kadar dayanmadığı...” görüşü öne sürülmektedir (kararın 243. paragrafı). Bunun yerine, coğrafi ve tarihi faktörler (kararın 242.-248. paragrafları) ile zaman faktörüne (kararın 249-250. paragrafları) atıfta bulunmak suretiyle, bağlamı ilgili öge olarak görmektedir. Bu görüşe göre, Holokost’un inkârının yasaklanmasını AİHS ile uyumlu sayan devletler “Nazi dehşetini yaşamış ve kendilerini işledikleri veya yataklık ettikleri toplu mezalimlere mesafe koymak gibi özel bir manevi sorumlulukları bulunduğu kabul edilebilecek devletlerdir...” (kararın 243. paragrafı). Çoğunluk İsviçre ve Osmanlı İmparatorluğu’nda meydana gelen olaylar arasında bu tür bir sorumluluk bağı bulamamıştır (bkz. kararın 244. paragrafı). Bununla beraber, çoğunluk zaman faktörüne atıfta bulunmakta ve zulümlerin işlenmesi ile ihtilaflı bir tartışmanın yeniden canlanması arasında geçen zamanın önemli beyanların etkisini azalttığını savunmaktadır.

Bu yaklaşıma katılamıyorum. Bana göre, “nerede yaşanmış olursa olsun toplu mezalimlerin mağdurlarının haklarını savunma hedefi takdire şayan ve insan haklarının evrensel korunması ruhuyla” (kararın 246. paragrafı) yalnızca uyumlu değil, aynı zamanda bu tür bir mevzuatı meşrulaştırmak için tam olarak yeterlidir. Bu AİHM’nin kabul etmek zorunda olduğu bir “toplum seçimidir” (bkz. S.A.S.-Fransa[GC], no. 43835/11, § 153, ECHR 2014 (extracts)). Olaylarla veya kurbanlarla doğrudan ilgisi olmasa bile, üzerinden çok uzun bir süre geçmiş bile olsa ve mevzuat doğrudan ihtilafları önlemeye yönelik olmasa bile, soykırım ve insanlığa karşı suçların mağdurlarıyla dayanışma halinde olduğunu ifade eden mevzuat her yerde mümkün olmalıdır. Her toplum, soykırım olduğu iddia edilen bir durumda tarihi adalet görüşüyle uyumlu olacak şekilde, tarihi olaylar ve mağdurların ve onların torunlarının kişilik hakları arasındaki özgür ve kısıtlanmamış tartışmayı sonlandırmakta özgür olmalıdır.

Ancak, toplumun seçimi, toplumda şeffaf ve açık demokratik bir tartışmaya dayanmalı ve hangi ifadelere izin verildiği, hangi ifadelerin yalnızca tabu olmakla kalmayıp aynı zamanda cezai yaptırımları da getirdiğini açık bir şekilde öngörecek şekilde kanunda belirtilmelidir. Cezai sorumluluğa ilişkin şüpheler, tarihsel tartışmayı en başından sonlandırabilir ve tarihçilerin belirli bir konuyu daha fazla ele almalarına engel olabilir. AİHM’nin şu ana dek değerlendirdiği Almanya, Avusturya ve Belçika’daki Holokost’un inkârına ilişkin mevzuatın (bkz. kararın 209-212. paragrafları) bu bağlamda anlamı tartışmasızdır. İlgili bütün kanunlar doğrudan “Nasyonal Sosyalist rejime” atıfta bulunmaktadır (bkz. kararın 91. paragrafındaki ilgili hükümlere ilişkin atıflar). Fransa’da, mevzuat 8 Ağustos 1945 tarihli Londra Anlaşması’na ek Uluslararası Askeri Mahkemesi Şartı’nın 6. maddesinde belirtildiği şekilde insanlığa karşı suçların inkârına atıfta bulunmakta (bkz. kararın 91. paragrafı), aynı şekilde hangi tarihi olayların anlatılmak istendiğini açık hale getirmektedir.

  1. AİHS’nin 10. Maddesinin Usul Yönünden İhlali

Yukarıda atıfta bulunulan durumların aksine, İsviçre’deki mevzuat süreci “Ermeni Sorunu”na odaklanmamıştır. Bunun yerine, bu hususun yalnızca bir örnek olarak bahsedildiği, soykırım ve insanlığa karşı suçların inkârının yasaklanmasına ilişkin genel bir tartışma biçimini almıştır (kararın 37.-38. paragraflarındaki yasama sürecine ilişkin belgelerin yanı sıra kararın 22.-26. paragraflarındaki, İsviçre mahkemelerinin yasama süreciyle ilgili açık analizlerini karşılaştırınız.). Ermeni soykırımı örneği İsviçre Ceza Kanunu metninin 261bis§4. maddesinde yer almamıştır.

261bis§4. maddedeki ceza hükmü öyle yazılmıştır ki; hükmü uygulayan mahkemelerin bir tarihi olayı “soykırım” olarak nitelendirmeye kendilerinin karar verip veremeyeceği ve eğer karar veriyorlarsa hangi temele dayanarak bunu yaptıkları belli değildir. Bu aşılamaz zorluk İsviçre mahkemelerinin kararlarıyla yeterince belirginleşmiştir. Uluslararası hukuk ve İsviçre ulusal hukuku mahkemelerin güvenebilecekleri açık bir “soykırım” tanımı sağlarken (bkz. kararın 47. ve 52.-54. paragrafları), tarihte bu kadar eskiye dayanan bir olayın hukuki nitelendirmesine ilişkin karar verilmesi bakımından hangi...

To continue reading

Request your trial

VLEX uses login cookies to provide you with a better browsing experience. If you click on 'Accept' or continue browsing this site we consider that you accept our cookie policy. ACCEPT